Varoluşçuluk felsefesi, 20.yüzyıl başlarında Avrupa’da 1. Dünya Savaşı’nın ardından oluşan bunalım ile birlikte bir felsefi düşünüş biçimi olarak ortaya çıkmıştır. O dönemin bunalımını , belirsizliğini ve karamsarlığını yansıtır. Alman felsefeci Heidegger, varoluşçu felsefeyi fenomonolojiyle bütünleştirip psikolojiye ve psikoterapiye aktaran kişi olarak tarihte yerini almıştır. Ona göre varoluşçuluk yaşamın amacını incelemek ve oluş yaşantısını keşfetmektir.
Hidegger’e göre gerçek varoluş için iki basamak vardır. İlki insanın kendi yazgısını kendi öz iradesiyle oluşturması ve öz iradesiyle birlikte gelen bunalım deneyimiyle bunu kanıtlamasıdır. Ona göre insan, gerçek varoluşu aramaya topluluklarının arasındaki bunalımı yaşaması ile başlayabilir. Dünya içindeki varlık bakış açısıyla hayattaki tekdüzelik, insanın toplum içindeki konumu ve kurallar bütünün parçası olması anlamsızlığı oluşturur ve biz anlamsızlığı tatmadan anlamlı olmanın ne demek olduğunu anlayamayız. Hidegger bir basamak olarak anlamsızlığın yaşanmasının gerekliliğini savunur. Kimlik arayışı ancak yalnızlıkla olabilir, paradoks olarak insan hem yalnız hem bağımlı olmalıdır. Varoluşçu yaklaşıma göre bu bağlı ya da bağımlı kişiliğin tespiti için danışana rehberlik edilmelidir. Kişinin anlamsızlığı yaşaması ve anlamlı yaşamın bir parçası olarak yeni değerler oluşturabilmesi ancak buna bağlıdır. Hidegger gibi Victor Frankl’da hayattaki anlamla ilgilenmiştir. Ona göre, modern zamanda hastalık günlük koşturmaca içinde yaşanan yalnızlıktır ve hayattaki en büyük psikolojik sıkıntı anlamsızlıktır. Bu bakış açısıyla “Logo Terapiyi” geliştirerek danışanın hayatın akışı içerisinde amaç bulması için cesaretlendirilmesinin gerekliliğini savunmuştur. Varoluşçu yaklaşım, Psikanalist bakış açısının tam tersi olarak insan doğasına yönelik deterministtik bakış açısını reddeder. Psikoanalizde olan kalıplaşmış teknikler bu yaklaşımda yoktur. Onun yerine insanın özgür iradesinin kabul edilmesini ve yaşantısındaki olayların , tercihlerin sorumluluğunun kendisinde olduğunun fark edilmesi gerektiğini savunur.
ÖZGÜR İRADE
Varoluşçu yaklaşıma göre özgür irade önemli bir konudur. İnsan dışındaki varlıklar, ne iseler öyle kalmak zorundadır. Örneğin bir dolap dolaplığını kendi yapamaz, halı halılığını kendi yapamaz , bir meyve meyveliğini kendi yapamaz. Bütün bu varlıklar nasıl yaratılmışlarsa öyle kalmak zorundadırlar. Kendi gayretleriyle varoluşlarına katkı sağlayamazlar. İnsan ise yaratıldığı gibi kalmak zorunda değildir. Değişebilir, kendini özgür seçimlerle değiştirebilir varlığına şekil verebilir işte bu noktada insanın bu yapısını genetik yüklüğü değil özgür seçimleri belirler . Bu bakış açısına göre insan tanımlanması gereken bir nesne, obje değil bir varoluştur. Varoluşçuluk daha çok felsefi bir akım ve düşünce biçimi olarak kabul edilse de, psikolojide yaşamın anlamını incelemek ve oluş yaşantısını keşfetmek, hayatın anlamı ve doygunluğunun sorgulanmasında terapötik uygulamayı etkileyen bir felsefi yaklaşım olarak yerini almıştır. Terapötik süreçte amaç anlamlı bir varoluşun tespiti ve fark edilişi için danışana rehberlik ve destek göstermektir. Varoluşçu psikoloji insanı sınırlayan yapılara, ölçeklere, bir dizi tekniklere kişilik değerlendirmelere karşıdır, ona göre yol haritası yoktur bize ne yapmamız gerektiğini anlatır nasıl yapmamız gerektiğini söylemez. İnsanın “biricik” olması ve belirlenmiş ve sınırlandırılmış yöntemlerin kullanımının insan doğasına aykırı bir tutum olduğunu savunur.

Varoluşçuluğun çalıştığı konular bütünün içinde birbirini etkileyen parçalar gibidir bu konular arasında ilk olarak yaşamın bir doğal koşulu olarak kaygı vardır. Yaklaşım ‘Kaygı duymak, insanı harekete geçiren bir motivasyondur’ der. Ve iki tip kaygıdan bahseder; ilk olarak “Nevrotik kaygı”, kişinin farkındalığının dışındadır ve kişiyi etkisiz hale getirir. İkinci olarak ise “Normal kaygı”, hafifletici bir güç olarak değil, insanı harekete geçirici bir unsur olarak ele alır, başarı için motivasyon kaynağı olarak görür. Psikolojik olarak sağlıklı olmak demek normal kaygıyı gerektiği yerde güç olarak kullanmak demektir. Özgürlük ve sorumluluk almak, bireyin kendi kimliğini oluşturma ve farkına varma kapasitesi bu yaklaşımda önemli olan noktalardır.
Varoluşçu yaklaşım felsefi bir bakış açısıyken terapötik yaklaşımı da etkilemiştir. İnsanın değerler sistemine bu yaklaşım çok önemlidir, kişiliğin yapısını oluşturan değerler sisteminin hayattaki beklentilere uygunluğu, insana bir şeyler katıp katmadığı araştırılmalı ve stres faktörlerinin belirlenmesi anlamlı bir yaşam için başlangıç noktası olmalıdır.
Kaynakça:
Varoluşsal Yaklaşımda Psikolojik Danışma ve Gruba Uygulanışı https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/801852
Varoluşçu Felsefeden Varoluşçu Psikolojiye https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/84391
Yaşamin anlamını sorgulamak ve buna uygun yolunu çizmek, insan olabilme ;Kemal’e erebilme serüveni mi acaba